13 Ağustos 2021 Cuma

Korkunç Kıyamet Canavarı Bütün Yalnızlığımızı Yiyecek

İkimizin de apaçık bildiği şeyler var
hiç yokmuş gibi konuşuyoruz
konuşunca.

Güneş tutulması vardı. Dünya sislere gömülü, bizim kendi kıyımızdan gördüğümüz dünya. Tutulmanın felaketler zincirinde ilk taşı devirebileceğini düşünmüştük. Ayrı ayrı. Sisten felaketleri göremeyebilirdik. Felaketler olur ve sisin ardında, görüş alanımızın dışında kalırdı. Hareket edemeyebilirdik. Kötü zamanlarda yaşıyoruz derdik ve daha kötü giderek. Kötü zamanlar sisin ardında kalabilirdi.

Bazı canavarları korkutup kaçırdık. Artık hayatımızda değiller ve gelemezler de birkaç zaman. Ben güçlerimi gösterdim. Meydan muharebelerini verdim. Giysilerim yırtılmış ve taze kan tozla kaplanmıştı ama yaşamış ve atımı sürmüştüm. Üstünde duman tüten toprakta. Sen bu bir kısmı yenik zaferimi görmüş ve başınla onaylamıştın.

Bir gün korkunç kıyamet canavarı gelip bütün yalnızlığımızı yiyecek. Şimdi yalnızlığımız her şeyi yiyor. Ufuk çizgisini bile. Güzel bir akşamüstü bulunduğu zaman, bir deniz, yalnızlığımız gün batımını kenarından yemeye başlıyor. Akşam, ufuktan etrafa saçılan kırıntıların içinde kalıyor. Bu kırıntıları yıldızlarla karıştırmak işten değil. Hava kararınca böyle, baktığımız yerler azalıyor. Gece gökyüzünde kendi yansımamızı görmek zorunda kalabiliyoruz. Ayı görebildiğimde aceleyle bir yere kayboluyor.

Bıraktığın yerden devam etmekte zorlanıyor musun diye merak ediyorum. Kalemi bıraktığın yerden, kesme işaretini, sayfayı. Günleri. Birisini. Hayatını. Gece olduğunda ya da sabaha karşı. Uyandığında bulduğun dünya senin bıraktığının aynı mı? Bazen iyi ya da kötü bir şeye devam edeceğim hissiyle uyanıyorum. Ama neydi o? Bazen kaldığım yerden devam edecek bir şey yok. Bazen bir gün, yeni paketlenmiş, kullanıma hazır. Nasıl çalıştıracağını bilmediğin günler oluyor mu diye merak ediyorum.

Yeni bir uğraş edindim. Her akşam eve döndüğümde neyin kıymetli olduğunu, neyin ne kadar kıymeti olduğunu ölçüp tartıyorum. Kıpırtısız bir dünya bu. Kıymetlerin tek yargılayıcısı benim. İçerlerden tek bir itiraz bile yükselmiyor. Geçmiş geliyor. Geçmişi alıyorum. Geçmişi kefenin bir yanına koyuyorum. Parklara ve bahçelere ağır basıyor. Güneşli günlerde bile. Çiçek yapraklarını döken manolya, alev çalıları. Dünyanın sudaki yansısına ağır basıyor. Hayat geliyor, hayatım. Hayatı alıyorum. Hayatım, ağır bassın diye, çakıl taşları karıştırıyorum. 

Mart 2015
Bir versiyonu daha önce Fora Fanzin'de yayımlanmıştı.

3 Ağustos 2017 Perşembe

Harita



Aşkta başarısızlık dünyadaki acının büyük kısmının nedeni olabilir.

Kız Gobi çölüne,
Önündeki Tibet platosuna dokunarak

Havada parmağıyla çizdiği haritada
Küresel çalışmalar ödevini gözden geçiriyordu,

Onun saydam haritasına tersten bakarken
Birden, onun solunun
Benim sağım olduğunu gördüm
Ve bir an için, anladım.

-- Marie Howe

22 Mayıs 2016 Pazar

Bilinmeyen

O çok güzeldir;
Ne zaman geçtiğini görseler
Şairlerin kadınları
Aynaya bakmaz,
Onun ardından bakarlar.

Rüzgârlı bir çalılıkta
Ayın altında koşarken
Baştan çıkarır bir şairi
Bir zamanlar gururlu ve mutlu,
Çok geçmeden uzaklaşır kapısından.

Bir trenin yanında,
Çünkü onu giderken görmüşler
Ya da görememişler,
Yolcular ve gözcüler
Ayrı bir kederi bilir.

Onun salt yokluğu, bana
Başkalarının varlığından
Fazladır.
Hayat muhteşem de olsa
Kapkara da.

Onu görmedim,
Ondan haberim yok;
Yalnızca burada olmadığını
Söyleyebilirim, orada ise
Olabilirdi.

Onu belki yalnız
Ben öpeceğimdir;
O benden başkasını
Aramıyor olabilir:
O yoktur belki.

Edward Thomas 
(1878-1917)

6 Mayıs 2016 Cuma

Güneşte

Titreyen çimen yaprakları karanlıktan aydınlığa
Başımı uzattığım yerde kıpırdayan gölgeleri
Gördüm olduğum yerde dursam görmem
Sudan bana yansıyan ışık bana körlük
Önce bunu söylerim dedim sonra unuttum
Önce anlattıklarım sonra bu bana
Dizlerim biraz yandı biraz durdum
Birileri gelirler dedim biraz yalnız gibi
Çimenlere eğildiğimde biraz kendimi gördüm
Çimenlere eğildiğimde güneş vuruyordu kendime

26 Eylül 2015 Cumartesi

Seni derhal unutacağım, sevgilim

Seni derhal unutacağım, sevgilim,
Bu yüzden kısa gününün tadını çıkar,
Kısa ayının, kısa yarım yılının
Ben unutmadan, ölmeden, ya da ayrılmadan,
Ve biz sonsuza kadar tamam olmadan, yakında
Seni unutacağım, dediğim gibi, ama şimdi,
Bana en tatlı yalanınla yakarırsan
En sevdiğim yeminimle itiraz ederim.
Sahiden ederim, aşkın daha uzun ömrü olduğundan,
Ve yeminlerin şimdi oldukları gibi kırılgan olmadığından,
Ama öyle, ve doğa şimdiye kadar kırılma olmaksızın
İdare etmenin bir yolunu buldu, 
Aradığımızı bulup bulamamamız
Boş laf, biyolojik anlamda.


9 Eylül 2015 Çarşamba

Yaz Şarkısı

Göçebe ay
hafifçe alaylı bir gülüşü
gülümseyen
bu nefis
çiy nemli yaz sabahında, –
mesafeli
uykulu umursamaz
bir gülüş,
göçebe gülüşü, –
eğer senin renginde
bir gömlek alsam
ve bir kravat
gök mavisi
beni nereye götürürlerdi?


14 Ağustos 2015 Cuma

İhtiyarken

İhtiyarken, saçların ağarmışken ve uykuyla doluyken,
Uyuklarken şöminenin başında, bu kitabı raftan indir,
Oku yavaşça ve o yumuşak bakışını gözünün önüne getir
Gözlerinin, bir zamanlar, derin gölgeleri varken;

Niceleri sevdi gösterdiğinde sendeki hoşnut zarafeti,
Ve sevdi güzelliğini aşklarıyla düzmece ya da doğru,
Ama bir adam sevdi sendeki seyyah ruhu,
Ve sevdi değişen yüzünün kederlerini;

Ve eğilerek üzerinden ışıyan parmaklığın,
Mırıldan, biraz kederle, nasıl
Aşk kaçıp yukardaki dağların tepesine gitti
Ve sakladı yüzünü arasına bir yığın yıldızın.

W. B. Yeats