2 Haziran 2013 Pazar

"I find no peace and all my war is done"

Ara verdim, yazmıyorum.
Kendi kendime tekrar ediyorum ne zamandır:
"I find no peace and all my war is done"
Oturdum onu çevirdim yalan yanlış.
Destur niyetine.




tüm savaşımı verdim, huzur bulmam yine de
korkup umut ederim, yanıp donarım buz gibi
rüzgarın üstünde uçup yükselemem bile
hiçbir şeyim yok, ama benim bütün dünya. 
beni tutan, bağlayan, hapseden
yok, yok tutan yine de kaçamam 
yaşayamam da ölemem de kendi kendime
ölüm fırsatını da verse.
gözlerim olmadan görürüm, dilsiz şikayet ederim
yok olup gitmek isterim, ardından sağlık dilerim
nefret ederim kendimden, bir başkasını sevdiğim için
kederle beslerim kendimi, gülerim tüm acımın içinde 
canımı sıkar yaşamak da ölmek de
sevincimin de sebebidir, sebebi bu çekişmenin.


-sir thomas wyatt

14 Şubat 2013 Perşembe

uğurlama niyetine


“Eskiden, biz çocukken, her şey daha kolaydı. Herkes vardı, sağlıklıydı, herkes gençti.”

Okulun karanlık duvarlarından korkardım. Kapılar çok büyük gelirdi ve yol çok uzun. Tuvalet okulun bahçesindeydi, gitmek için binadan çıkmak gerekirdi. Tuvaletlere kadar olan yol apaçık, gerisini hatırlamıyorum. Gerisinde bahçe devam ediyor, seyrek ağaçlar var ama sonsuza kadar giden. Sonra bir yerde içinden oyulmuş dağın yamacı başlıyor.  Rüyamda tuvaletin olduğu yerde cehennem varmış gibi görmüştüm. Cehennemin ne olduğuna inanıyorsam o zaman, gördüğüm şey cehennemdi. Görünce hemen tanıdım. Bu görüntü, diğer bütün ilk anda çarpıcı olan ve daha sonra unutulan görüntüler gibi ara ara gelir. Metrodan çıkarken, aklıma bir şey getirmeye çalışırken, yemek yaparken. Bahçede solgun renkli demirden oyuncakları olan bir oyun alanı vardı. Benim öğretmenimin de küçük bir çocuğu. Beş yaşında, ben eğer ilkokula o yıl başladıysam benden iki yaş küçük olmalı. Nedense benden çok daha küçükmüş gibi gelir. Adını değil, çocuğun yüzünü ölüme benzettiğimi hatırlıyorum. Ölümü bilerek yüzünde tanıdığımdan değil elbette, daha sonra ölüme benzeyen şeyleri onun yüzüne benzettiğimden. Kendisinin kötü bir kopyası gibiydi. Onu kucaklamak istediğimi hatırlıyorum, sevgimin kendi kucağıma sığmadığını. O zamandan kırmızı kurdelesiyle bir karnem duruyor. Bir de ne kadar akıllı olduğum. Öğretmenin sorduğu ufak tefek sorulara doğru cevabı verdikçe içi boş elma çizimleri biraz kırmızıya boyanırmış, kıpkırmızıya dönen ilk elma benimkiymiş. Hem Eylül’de okula başladıktan hemen sonraki 29 Ekim töreninde bir şiir okumuşum. Ondan sonra hep şiir okudum. Biziz bu cumhuriyetin kanı, kemiği, eti diye başlayan iki kıtalık şiirin görüntüsü de ara ara gelir. Evde baktığımız kuş öldüğü zaman gelip okulun bahçesine gömmüştük. Onun için ağladığımı hatırlıyorum. Halbuki kendi bahçemizde asma vardı, sonra öteki bahçede kocaman incir ağacı, sonra yasemin dalları. O zaman oraya güvendim ya da yalnız olmak istedim, başka türlüsü aklıma gelmiyor. Karanlık duvarlı okulun kenarından yavaş yavaş eve yürüdüm. Ben oradayım yine. Keşke beni okuldan almaya yine gelsen. Senin işin varsa annemi göndersen ama o zaman da bizi evde beklesen. Evimin duvarları da karanlık. Üstelik artık herkes genç de değil.